Blog içi arama

3 Ocak 2010 Pazar

Necil Kazım AKSES



Çağdaş Türk müziğinin kurucu ve öncü kuşağı olan ve "Türk Beşleri" olarak tanınan grubun üyesidir.

Necil Kâzım Akses yedi yaşında keman dersi almaya başladı. İstanbul Erkek Lisesi'nde eğitim gördü. Bu sırada Dârülelhan'da Cemal Reşid Rey'in armoni sınıfına yazıldı. Özel olarak önce Mesud Cemil ve sonra Sezai Asal ile viyolonsel çalıştı. 1926'da kendi olanaklarıyla Avusturya'ya giderek Viyana Devlet Müzik ve Temsil Akademisi'ne yazıldı. Burada Walther Kleinecke'nin viyolonsel ve Joseph Marx'ın kompozisyon öğrencisi oldu. Bir yıl sonra Türk hükümetinin bursunu kazanarak, eğitimine devam etti. Viyana Akademisi'nin yüksek lisans derslerini sürdürürken, Prag Devlet Konservatuvarı'na da kaydoldu. Josef Suk ile yüksek kompozisyon ve Alois Hába ile mikrotonal müzik çalıştı. Her iki kurumun da ileri devre kompozisyon bölümlerinden mezun olarak 1934'te yurda döndü.

Necil Kâzım Akses aynı yıl, Ankara'da Musiki Muallim Mektebi'nde öğretmenliğe ve müdür muavinliği görevine başladı. 1935'te, Ankara Devlet Konservatuvarı'nın kurulması amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı'nın çağrılısı olarak Türkiye'ye gelen Alman besteci Paul Hindemith'in yardımcılığını üstlenmiştir. 1936'da yeni kurulan bu konservatuvara kompozisyon öğretmeni olarak atandı. Aynı yıl Bela Bartok, Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkin ile birlikte Adana'nın Osmaniye ilçesindeki folklor araştırmalarına katıldı. 1948'de Konservatuvar müdürlüğü, 1949'da Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü yaptı. Kültür ataşesi olarak Bern'de (1954) ve Bonn'da (1955-1957) bulundu. 1958-1960 yıllarında Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü oldu. 1971'de yeniden aynı görevi üstlendi. 1972'de kendi isteği ile emekli oldu.

Necil Kazım Akses, 1971'de "Centre Mediterranéen de Musique Comparée et de Danse"ın kurucu yönetim kurulu üyesi ve başkan vekili seçildi. Bestecinin aldığı nişan ve unvanlar şöyle sıralanabilir: 1957'de Federal Alman Cumhuriyeti'nin birinci sınıf hizmet nişanı; 1963'te İtalyan Hizmet Nişanı olan "Cavaliére Ufficiale" rütbesi ve 1972'te "Commendatore" nişanı; 1973'te Tunus Burgiba Sanat-Kültür nişanı. 1971'de Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanı, 1981'de Atatürk Sanat Armağanı, 1998'de İstanbul Üniversitesi Fahri Doktor unvanı.

Necil Kâzım Akses yaşamının son dönemlerine dek Ankara Devlet Konservatuvarı'nda kompozisyon dersi verdi. Öldüğü sırada aynı zamanda Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesinde kompozisyon derslerini sürdürmekteydi. Akses, besteciliği yanında, yeni ve genç kuşakların yetişmesini sağlayan büyük bir öğretici olarak da öneme sahip bir sanatçıdır.

Akses 16 Şubat 1999 Salı günü sabahı 91 yaşında öldü.


Kaynak: http://www.necilkazimakses.com/

2 Ocak 2010 Cumartesi

TÜRK MUSIKİSİNİN YASAKLANMASI


Mutlu Ol! Bu Bir Emirdir! Mutlu Ol! Batılı Söyle...



TÜRK MUSIKİSİNİN YASAKLANMASI

ATATÜRK, Sarayburnu'nda dinlediği kötü bir musıki ekibinin etkisiyle söylediği: "Bu musıki bizim heyecanımızı ifade etmekten uzaktır." Sözü, yanlış anlaşılarak, Türk musıkisi radyolardan kaldırılmıştır.

Bu konuda sayın Vasfi Rıza Zobu şunları anlatmıştır:

"Asırlardan beri, nesilden nesile gelip, İstanbul'da en üstün şeklini alan Türk musıkisini kökünden inkâr yarışına gidilmiş, bu gürültünün patladığı gündenberi ATATÜRK, sofralarından Türk musıkisi kaldırılmıştı. Ne kendi söylüyor, ne de başkasına okuması için teklifte bulunuyordu. Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, bir gün zamanın İstanbul valisi Muhittin Üstündağ'dan bir haber geldi: "Bu akşamki trenle Ankara'ya hareket etsin, köşkden çağrılıyor, diye. Ertesi sabah Ankara'da idim. İndiğim otelden geldiğimi köşke bildirdim. Akşama doğruydu, bir delikanlı otele gelip: "Buyurun sizi çiftlik köşküne götürmek için emir aldım" dedi.

Köşke geldiğimiz zaman, kendilerini (ATATÜRK'ü) ayakta, etrafında devlet erkânında bazıları ve birkaç generalle ehemmiyetli bir bahis üzerinde konuşur buldum. Elini öpüp: (sefa geldin) iltifatlarını aldım.

Akşam oldu, yemek zamanı geldi. Sofra başında saatler bir hayli ilerliyordu. Kendileri hiç neşeli görünmüyordu. Ekseriye bu sofrada bulunmamız, rahmetli Hâzım ile olurdu. O olsa da, olmasa da ATATÜRK ikimizle de şakalaşmayı severdi. Fakat bu gece böyle bir şey yapmaya hiç niyetli görünmüyordu.

Gece yarısını bir hayli geçtik. Beklenmedik bir anda, onun sesinden ismimi işitdim, toparlandım "Buyurun efendim", dedim.

- Hatırlarsanız, bir piyesin başlangıcında, daha perde açılmadan, bir şarkı söylerdiniz, neydi o piyesin adı?

- Hatırladım efendim, Molyer'den küçük Kemal'in adapte ettiği Mürâi komedisi.

- Güzel bir eserdi o.

- Evet efendim, muvaffak bir adaptasyondu.

- Hayır piyes için söylemiyorum. Vâka o da güzeldi ama, ben o bestenin güzelliğini söylemek istiyorum.

Ne yalan söyleyeyim, ürktüm. İlk defa bir suale cevap vermekte mütereddit kaldım. Türk musıkisinin aleyhinde olmasıyla zihnim o kadar dolmuştu ki, güzelliğini tasdik ederek:

"Evet" desem, ya ağzımı arıyorsa? Hayır desem, güzelliğini inkâr etsem, o zaman da dalkavukçu bir yalan olduğunu anlamamasına imkân yok.

- Hatırlayamadınız mı?

- Hatırladım efendim, Dellâlzâde İsmail Efendi'nin ısfahan... cümleyi tamamlayamadım.

- Hayır, bestesini soruyorum, hatırınızda değil mi, okuyamaz mısınız?

- Hatırında, okurum efendim.

Yalnız bana değil, şaşkınlık sofrada bulunanların hepsine birden gelmişti. Yaradana sığınıp, yerimde şöyle bir derlenip toparlandım, olanca aktörlüğümü takınıp, edâsıyla, ahengiyle: "Aaah o güzel gözlerine hayran olayım" mısrası ile başlayan yörük semaiyi okumaya koyuldum ve kan-ter içinde bitirdim.

ATATÜRK'te hiçbir hareket görülmediğinden, herkes sanki suç işlemiş gibi önüne bakıyor, ne diyeceğini bekliyordu.

Bir müddet sonra:

- Ne yazık ki, benim sözlerimi yanlış anladılar, şu okunan ne güzel bir eser, ben zevkle dinledim, sizler de öyle. Ama bir Avrupalıya bu eseri, böyle okuyup da bir zevk vermeğe imkân var mı? Ben demek istedim ki bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini, onlara da dinletmek çaresi bulunsun, onların tekniği, onların ilmi ile, onların sazları, onların orkestraları ile, çâresi her ne ise. Biz de Türk musıkisini milletlerarası bir sanat haline getirelim Türk'ün nağmelerini kaldırıp atalım, sadece garp milletlerinin hazırdan musıkisini alıp kendimize maledelim, yalnız onları dinleyelim demedim, yanlış anladılar sözümü, ortalığı öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha lâfını edemez oldum.

Türk musıkinin yasaklandığı ve radyolardan kaldırıldığı sırada, bir gece, Dolmabahçe Sarayı'nda, Yunus Nadi bey, ATATÜRK'e ricada bulunur.

- Paşam, alaturka şarkılardan, Türkülerden bizi mahrum etmesinler, zevkimize, duygularımıza müdâhale edildiğinden inciniyoruz, demiş.

ATATÜRK, şöyle cevap vermiştir:

- Ben de hoşlanıyorum, fakat inkılap yapan bir nesil, mahrumiyet ve fedâkârlıklara katlanmak mecburiyetindedir. Ancak milli kültürümüze kıymet verilmelidir.

ATATÜRK'ün bu sözü de, Türk musıkisinin topyekün yasaklanması, radyolardan kaldırılması demek olmadığını açıkça göstermektedir.

Daha önce de belirttiğim gibi ATATÜRK batıya yönelik, milli ve ileri bir Türk musıkisi özlemini çekiyordu. O gece çiftlik köşkünde sayın Vasfi Rıza Zobu'ya okutarak gidermesi bunu açıkça göstermektedir.

Bir gün şöyle söyler:

- Nedir bu radyonun hâli? Hep ağlayan, inleyen şarkılar. Kaldırın şunları, bu milletin neşe ve sevinç hakkıdır.

ATATÜRK bunda, yerden göğe kadar haklıydı. Sabah sabah bir şarkıda tam onsekiz kere ah ve of çekilirse, bunu dinleyen kimse, yeni bir güne ve işine taze bir güç ve canlılıkla gidebilir mi?

Bir akşam da ATATÜRK cumhurbaşkanlığı saz heyetinden, sevdiği türkülerden "Manastırın ortasında var bir havuz" türküsünü istiyor.

Çocukluk ve gençlik arkadaşı Nuri Conker:

- İmam verir talkını, kendi yutar salkımı. Sen radyodan alaturkayı kaldırdın, kendin de çaldırma bakalım, diyor.

ATATÜRK'ün verdiği cevap şudur:

- Şimdi biz burada rakı içiyoruz diye, devletin her köyde meyhane açması câiz mi? biz fena yetiştirilme ve ihmaller neticesi buna alışmışız, kendimizi kurtarmayabiliriz, fakat gelecek nesillere, kendi fena itiyadlarımızı (alışkanlıklarımızı) aşılamaya hakkımız yok. Nasıl, farzıma hal halk alışmıştır diye esrar tekkeleri açamazsak, devlet radyolarında da ağlayan inleyen nağmeler yayamayız.


Kaynak: www.kultur.gov.tr

Cumhuriyet Dönemi ve Müzik

CUMHURİYET DÖNEMİ

Türk müzik kültürü, cumhuriyetimizin kuruluşundan başlayarak yeni bir süreç içine girmiştir. Söz konusu sürecin özünde ulusallık, yönteminde çağdaşlık, niteliğinde evrensellik vardır. Bu ilkelere göre öngörülen dönüşüme “Türk müzik inkılâbı” adı verilmiştir.

Atatürk’e göre “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür”. Kültür, oluştuğu yerin özelliklerine bağlıdır. Bu yer, ulusun özyapısıdır. Kültürün sacayakları olan bilim ve teknik, “yaşamda en gerçek yol gösterici”, sanat ise “ulusun başlıca yaşam damarlarından biridir”. Sanatsız kalan bir ulusun yaşam damarlarından biri kopmuş demektir. Türk ulusunun tarihsel bir niteliği güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Sanat dalları içinde en çabuk ve en önde götürülmesi gereken müziktir. Çünkü bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikteki değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Osmanlı müziği, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki büyük devrimleri anlatabilecek güçte değildir. Bize yeni bir müzik gereklidir. Bize gerekli olan yeni müzik, özünü ulusal müziğimizin gerçek temelini oluşturan halk müziğimizden alan armonik bir müzik olacaktır. Bunun için ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir an önce son müzik kurallarına göre işlemek gerekir. Türk ulusal müziği ancak bu yolla yükselebilir, uluslararası müzikte yerini alabilir.

Bu görüşler doğrultusunda, Atatürk’ün doğrudan yönlendiriciliğinde cumhuriyetimizin ilk on beş yılı (1923 - 1938) süresince gerçekleştirilmiş olan atılımlar, “Türk müzik inkılâbı”nın açık mesajları niteliğindedir:

Makam-ı Hilâfet Mızıkasının İstanbul’dan başkent Ankara’ya getirilerek “Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti”adı altında yeni bir yapıya dönüştürülmesi (1924). Ankara’da Musiki Muallim Mektebinin kurulup açılması (1924). Tevhid-i Tedrisat Kanununun (Öğretimi Birleştirme Yasasının) yürürlüğe girmesiyle genel müzik eğitiminin lâik bir temele oturtulması (1924). Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla “tekke müziği”nin varlık nedeni ve ortamının kaldırılması (1924).

Müzik öğrenimi için Avrupa’ya yetenekli gençlerin gönderilmeye başlanması (1925). Halk müziği ezgilerimizin derlenmeye başlaması (1925) ve notaya alınan ezgilerin yayımına geçilmesi (1926).

Batı müziği bölümü eklenmiş olan İstanbul’daki Dârülelhanın konservatuvara dönüştürülmesi (1926).

İstanbul Belediye Konservatuarında geleneksel Türk Sanat Müziği eserlerinin saptanmasıyla görevli “Tesbit ve Tasnif Heyeti” nin kurulması (1926) ve bu eserleri seslendirmek için Konservatuvarda “İcra Heyeti“ nin oluşturulması (1927).

Avrupa’daki müzik öğrenimini tamamlayarak yurda dönen gençlerin Musiki Muallim Mektebinde görevlendirilmesi (1927-1930).

Çok sesli müziğe temel olmak üzere müzik teorisi kitaplarının yayımlanmaya başlaması (1928)

Balkan Oyunları Müzik Festivali’nin düzenlenmesi (1931).

Halkevlerinin kurulması ve halkla bütünleşmek üzere etkinliklerinin başlaması (1932).

Atatürk’ün ünlü “10. Yıl Söylevi”de Türk müzik kültüründe “çağdaşlaşma” amacını belirtmesi (1933) ve TBMM’nin açılış söylevinde “evrenselleşme”yi açıkça dile getirip kültürel hedef olarak göstermesi (1934).

İlk Türk operası kabul edilen “Öz Soy”un Adnan Saygun tarafından bestelenip sahnelenmesi (1934)

“Millî Musiki ve Temsil Akademisi Kanunu”nun çıkarılması (1934).

Müzik alanını da kapsayan Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün kurulması (1935).

Başta Paul Hindemith olmak üzere, Avrupa’dan ünlü müzik uzmanlarının davet edilerek görevlendirilmesi (1934-1935-1936).

Ankara Devlet Konservatuarının kurulması ve öğretime başlaması (1936). Musiki Muallim Mektebinin Gazi Terbiye Enstitüsüne aktarılarak bağlanması (1937- 1938).

Türkiye’de bilimsel yöntemle uygulanan en büyük ve en geniş kapsamlı halk ezgileri derleme çalışmalarının başlaması (1937.

Türkiye’nin ilk büyük halk müziği arşivi olarak Ankara Devlet Konservatuarında “Türk Halk Ezgileri Arşivi”nin kurulması (1937).

Ankara’da “Askerî Mızıka Okulu”nun kurularak öğretime başlaması (1938).

Yaşama geçirilen bu atılımlar ile geleceğe dönük mesajlar şöyle özetlenebilir: Çağdaş bir toplum ve devlet yaratmanın gerektirdiği yasal düzenlemeler doğrultusunda kültür ve sanata önem verilmiştir. Kurumlaşma, öncelikle müzik eğitimi ve seslendirme birimlerinden başlamıştır. Geleneksel müzik kültürümüz, halk müziği ekseninden hareketle geliştirilmek istenmiş, halk ezgilerinin derlenmesine, notaya alınıp yayımlanmasına ve arşivlerde sistemli bir biçimde korunmasına özen gösterilmiştir. Çok sesli müzik tekniklerini bir an önce uygulamalı olarak yaygınlaştırmak için, hem Avrupa’ya öğrenci gönderilmiş, hem de Avrupalı uzmanlar yurdumuza davet edilerek çağdaşlaşmaya ve evrenselleşmeye yönelim öne çıkarılmıştır.


Kaynak: http://www.kultur.gov.tr

Atatürk ve Müzik Devrimi

EN GÜÇ DEVRİM MÜZİK DEVRİMİDİR

ir gece toplantısında:
"Biraz sonra Atatürk'ün yepyeni bir konu ortaya attığını gördüm.
- En güç devrim nedir?

S
ıra ile hepimizin yanıtını bekliyordu. Bazı arkadaşlar, bütün devrimler birbirinden güçtür, dediler. Sıra bana gelince en güç devrim laikliktir, dedim. Nitekim bugün de hâlâ o kanıdayım. Ama Atatürk yanıtlarımızın hiçbirisini beğenmedi. Bizi bir süre duraksamada bıraktıktan sonra:
- En güç devrim, dedi, müzik devrimidir. Şaşkınlığımızı yüzümüzde okumuşçasına devam etti:
- Çünkü müzik devrimi kişiye kendi iç dünyasını unutturmayı, sonra da yeni bir aleme yönelmeyi gerektirir. Onun için çok zordur.

Kısa bir susma oldu. Işıklar saçan gözünü üzerlerimizde gezdirerek ekledi:
- Çok zordur ama, yapılacaktır, dedi.

Ord. Prof. Sadi IRMAK



ATATÜRK'ÜN MÜZİK DEVRİMİNİ, DÖNEMİM MÜZİK ADAMLARINI ve ESERLERİNİANLATAN RADYO YAYINLRINI LİNKTEN İNDİREBİLİRSİNİZ.

BURADAN İNDİRİN


Kaynaklar:

1- TRT
2- http://www.ataturkiye.com/anilari/306.html

1 Ocak 2010 Cuma

Ulvi Cemal Erkin-Köçekce


Ulvi Cemal Erkin, Köçekçe Dans Suiti

Videoyu indirmek için link tıklayın
http://www.4shared.com/file/186260689/4ab8069/Adsz.html

Eser Açıklaması

Eski İstanbul'da kadın ve erkekler ayrı ayrı eğlenir, köçek adı verilen ve kadın kılığındaki erkekler çalgı veya şarkı eşliğinde dans ederdi. Besteci bu eğlencelerde çalınan müziklerden Karcığar ve Hicaz makamındaki bazı örnekleri derleyerek Dans Rapsodisi başlığıyla Köçekçe Süiti'ni oluşturmuş, ana tema olarak 9/8'lik ölçüdeki Karcığar Köçekçe'yi kullanmıştır.

1942'de CHP'nin açtığı ulusal kompozisyon yarışmasında birinciliği kazanan ve ilk kez 1 Şubat 1943'te E. Praetorius yönetimindeki Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası tarafından Ankara Radyosu stüdyosunda seslendirilen bu renkli eser, Ulvi Cemal Erkin'in en çok sevilen ve seslendirilen bestesi olmuştur.

Besteci "Bu sayfaların yazılması fikrini veren ve her satırında dost ve sanatkâr alakasının büyük hissesi bulunan Dr. Vedat Nedim Tör'e, 28 Ekim 1942" cümlesini partisyonun başına yazmıştır.

Ulvi Cemal Erkin'in eşi, Türkiye'nin İlk Kadın Konser Piyanisti, Ferhunde Erkin


Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun ve Necil Kazım Akses ile birlikte, 1971.

Kaynaklar:

http://www.ulvicemalerkin.com/default.htm

http://www.klasiknotlari.com/yazi.php?dil=tr&bul=Ulvi%20Cemal%20Erkin

Carl Orff - Carmina Burana



CARMINA BURANA
Fortuna Imperatrix Mundi
1. O Fortuna


Eserin Notası
http://www.4shared.com/file/186134093/38fe4e0d/songbook_-_carl_orff_-_carmina.html


" Bir şey yapmaya ve o konuda küçük bir adım atmaya karar veriyorsunuz. Aniden, o küçük adım bir rüzgara dönüşüyor, büyüyor, hızlanıyor ve sizi asla geriye dönüş imkanı olmayan yerlere götürüyor... Böylesine bir olasılığı her an düşleyebilir, hatta öngörebilirsiniz de fakat yaratılan rüzgarın daha ne kadar büyüyebileceğini hiç kestiremezsiniz."